25 Temmuz 2013 Perşembe

Fosil Kayıtlarındaki Durağanlık: ‘Stasis’

Doğa tarihini incelediğimizde karşımıza, "farklı anatomik yapılara evrimleşen" değil, yüz milyonlarca yıl boyunca hiç değişmeden kalan canlılar çıkmaktadır. Fosil kayıtlarındaki bu "değişmezlik", bilim adamları tarafından "stasis" (durağanlık) olarak tanımlanmıştır. Yaşayan fosiller ve günümüzde varlığını korumayan ama dünya tarihinin birbirinden farklı dönemlerinde fosil bırakmış olan canlılar, fosil kayıtlarındaki durağanlığın somut delilleridirler. Ve fosil kayıtlarındaki söz konusu durağanlık, aşamalı bir evrim sürecinin yaşanmadığını gösterir. Stephen Jay Gould, Natural History dergisindeki yazısında fosil kayıtlarının evrim teorisi ile olan tutarsızlığını şu şekilde ifade etmiştir:
Mezozoik döneme ait (245-65 milyon yıl arası) vatoz fosili, günümüz denizlerinde yaşayan vatozların sahip olduğu tüm özelliklere sahiptir. Yaklaşık 250 milyon yıllık bu canlı, evrimsel süreç iddiasının tamamen bir hayal olduğunu açıkça göstermektedir.
Çoğu fosil türünün tarihi, kademeli gelişim ile tutarsız olan iki özellik gösterir:
1. Stasis. Çoğu tür dünya üstünde geçirdikleri süre boyunca hiçbir yönlü değişim göstermemektedir. Fosil kayıtlarından kayboldukları sırada nasıl görünüyorlarsa ortaya çıktıklarında da aynı görünümdedirler; morfolojik değişim çoğunlukla sınırlıdır ve yönlü değildir.

2. Birden ortaya çıkış. Herhangi bir yerel bölgede, bir tür, atalarının sabit dönüşümü neticesinde kademeli olarak ortaya çıkmamaktadır; birden ve 'tam gelişmiş' olarak ortaya çıkmaktadır.13
Eğer bir canlı, milyonlarca yıl önceki tüm özellikleri ile günümüzde kusursuz şekilde varlığını sürdürüyorsa ve hiçbir değişim geçirmediyse, bu durum Darwin'in öngürdüğü aşamalı evrim modelini tamamen ortadan kaldıracak kadar güçlü bir kanıttır. Öyle ki, yeryüzünde bunu kanıtlayacak tek bir örnek değil, milyonlarca örnek bulunmaktadır. Canlılar, milyonlarca yıl hatta kimi zaman yüz milyonlarca yıl önce var oldukları hallerinden hiçbir farklılık göstermemektedirler. Bu durum, Niles Eldredge'in açıkça ifade ettiği gibi, paleontologların, hala savunulmakta olan evrim fikrinden artık "kaçınmalarına" sebep olmaktadır:
Paleontologların evrimden bu kadar uzun süre kaçınmış olmaları hiç de şaşırtıcı değildir. Evrim asla gerçekleşmemiş gibi görünmektedir. Kayalıklarda dikkatle ve sabırla yürütülen toplama çalışmaları zigzaglar, küçük salınımlar, ve çok nadiren milyonlarca yıl boyunca görülen değişimlerin küçük birikintilerini ortaya çıkarmaktadır – ki bunlar evrimsel tarihte yaşanmış olan tüm o müthiş değişimi açıklayamayacak kadar yavaş bir hızdadır.14
Fosil kayıtlarındaki durağanlık, gerçekten de evrim savunucuları için en büyük problemi teşkil eder. Çünkü evrimciler, hayali evrim süreci için gereken kanıtları fosil kayıtlarında ararlar. Ancak fosil kayıtları, beklenen ara geçiş formları örneklerini vermemekte, dahası, yüz milyonlarca yıl içinde değişim geçirdiği iddia edilen bir canlının hiçbir evrim geçirmediğini gözler önüne sermektedir. Canlı formları, milyonlarca yıl önceki halleri ile aynıdırlar ve Darwin'in öngördüğü aşama aşama değişimi geçirmemişlerdir. Niles Eldredge, evrimci paleontologların uzun süre ihmal ettikleri durağanlık gerçeğinin, Darwin'in aşamalı evrim iddiasını çürüttüğünü şu şekilde izah etmektedir:
Fakat durağanlık, hayatın tarihinin evrimsel biyolojide gözardı edilmemesi gereken bir özelliği olarak terk edildi, ve Gould ile birlikte böyle bir durağanlığın, hayatın tarihinin yüzleşilmesi gereken gerçek bir yönü olduğu, ve aslında evrimin temel fikrinin kendisine yönelik hiçbir esas tehdit teşkil etmediğini gösterene kadar da gözardı edilmeye devam etti. Çünkü bu Darwin'in sorunuydu: Darwin, evrim fikrinin inandırıcılığını sağlamak için türlerin sabitliğine dair eski doktrini yıkmak zorunda olduğunu düşünüyordu. Darwin'e göre stasis, aksi bir uygunsuzluktu.15
Darwin'in aşamalı evrim iddiasının geçersizliğini görerek, buna karşı Stephen J. Gould ile birlikte "sıçramalı evrim" iddiasını ortaya atan Niles Eldredge'in yukarıdaki ifadeleri, durağanlığın Darwin'e problem oluşturması konusunda oldukça doğruydu. Fakat Eldredge'in de açıkça ihmal ettiği ve görmezden geldiği nokta, fosil kayıtlarında açıkça görülen durağanlığın, sıçramalı evrim için de büyük bir sorun oluşturduğuydu.
Fosil Kayıtlarında Durağanlık
Eğer gerçekten bir evrim yaşanmış olsaydı, ki hiçbir şekilde yaşanmamıştır, canlıların yeryüzünde küçük kademeli değişimlerle ortaya çıkmaları ve zaman içinde de değişmeye devam etmeleri gerekirdi. Oysa fosil kayıtları bunun tam aksini gösterir. Farklı canlı sınıflamaları, fosil kayıtlarında hiçbir ataları olmadan aniden ortaya çıkmışlar ve yüz milyonlarca yıl boyunca hiç değişim geçirmeden durağan bir biçimde kalmışlardır.
Ammonitler, yaklaşık 350 milyon yıl önce ortaya çıktılar ve 65 milyon yıl kadar önce soyları tükendi. Aradaki 300 milyon yıl boyunca üstteki fosilde görülen yapıları hiç değişmedi.
400 milyon yıllık deniz yıldızı fosili
Ordovisyen Dönemi'ne ait "atnalı yengeci" fosili. Bu 450 milyon yıllık fosil de, günümüzde yaşayan örneklerinden farksız.
Ordovisyen Devri'ne ait istiridye fosilleri.
35 milyon yıllık fosil sinekler. Günümüzde yaşayan sineklerle aynı vücut yapısına sahipler.
Jurasik Dönem'e ait yaklaşık 170 milyon yıllık karides fosili.
Günümüzdeki karideslerden hiçbir farkı yok.
Almanya'nın Bavyera bölgesinde bulunan 140 milyon yıllık yusufçuk fosili, şu anda yaşayan yusufçukların aynısıdır.

İskoçya'daki East Kirkton bölgesinde bulunmuş olan bilinen en eski akrep fosili. Pulmonoscorpius kirktonensis adı verilen türe ait bu akrep, 320 milyon yıllık ve günümüz akreplerinden farksız. (solda) Baltık Denizi kıyılarında amber içinde bulunan yaklaşık 170 milyon yıllık bir böcek fosili. Yaşayan örnekleriyle tıpatıp aynı. (solda başta)


Sıçramalı evrim (Punctuated Equilibrium – Kesintiye Uğramış Denge) modelini öne süren paleontologlar, fosil kayıtlarındaki durağanlığın bir "sorun" olduğunu kabul etmiş ama evrim fikrinden vazgeçmeyi imkansız gördükleri için canlıların küçük değişikliklerle değil, ani ve büyük değişikliklerle oluştuğunu öne sürmüşlerdi. Bu iddiaya göre evrimsel değişiklikler, çok kısa zaman aralıklarında ve çok dar popülasyonlar içinde gerçekleşmekteydi. Bu vakte kadar canlı popülasyonu hiçbir değişim göstermiyor ve bir tür denge durumunda kalıyordu. Popülasyon çok dar olduğu için büyük mutasyonlar sözde çok kısa sürede doğal seleksiyon mekanizması vasıtasıyla seçiliyor ve böylece ve her nasılsa yeni bir türün oluşumu sağlanıyordu.
Sıçramalı evrim modelinin, mikrobiyoloji ve genetik bilimleri tarafından çok fazla delil ile yalanlanmış olduğu bugün bilinen bir gerçektir. (Detaylı bilgi için bkz. Hayatın Gerçek Kökeni, Harun Yahya) Ayrıca fosil kayıtlarındaki durağanlığa ve dolayısıyla ara form yokluğuna açıklama getirmek için öne sürülen sıçramalı evrimin "dar popülasyonlar" iddiası da yine hiçbir bilimsel dayanağa sahip değildir. Yeni bir tür oluşumunun, sayıca son derece az hayvanı ve bitkiyi barındıran topluluklarda gerçekleştiğini iddia eden sıçramalı evrim, dar popülasyonların genetik yönden evrim teorisi için avantajlı değil, dezavantajlı olduğunun açıkça ortaya çıkmasıyla büyük bir darbe almıştır. Dar popülasyonlar, yeni bir tür oluşumuna yol açacak şekilde gelişmek bir yana, ciddi genetik bozukluklar ortaya çıkarmaktadır. Bunun nedeni, dar popülasyonlarda, bireylerin sürekli dar bir genetik havuz içinde çiftleşmeleridir. Bu yüzden normalde "heterozigot" olan bireyler giderek "homozigot" haline gelmektedir. Bunun sonucunda da, normalde çekinik (resesif) olan bozuk genler, baskın (dominant) hale gelmekte ve böylece popülasyonda giderek daha fazla genetik bozukluk ve hastalık ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla fosil kayıtlarındaki ara form eksikliği, dar popülasyonlarda gerçekleşen bir evrimin sonucu değildir. Tüm bu bilimsel olanaksızlıkların yanısıra, sıçramalı evrim taraftarlarının, küçük popülasyonlarda meydana gelen değişikliklerin izinin, fosil kayıtlarında neden bulunamadığı sorusuna verebilecek bir cevapları yoktur.
Kurbağaların kökeninde de bir evrim süreci yoktur. Bilinen en eski kurbağalar, balıklardan tamamen farklıdır ve kendilerine has yapılarıyla ortaya çıkmışlardır. Ve günümüzdeki kurbağalarla aynı özelliklere sahiplerdir. Dominik Cumhuriyeti'nde bulunan amber içindeki kurbağa fosili yaklaşık 25 milyon yıllıktır ve yaşayan örnekleriyle arasında hiçbir fark yoktur.
Bu açık gerçek gösterir ki, hem Darwin'in ortaya attığı aşamalı evrim modeli, hem de onun sunduğu geçersizlikleri örtbas edebilmek için öne sürülen sıçramalı evrim modeli, fosil kayıtlarındaki durağanlığı, canlı formlarının ani ortaya çıkışlarını ve ara form yokluğunu açıklayamamaktadır. Bu durum, her ne teori öne sürülürse sürülsün, canlıların evrim geçirdiğine dair her türlü iddianın başarısızlıkla sonuçlanacağını, bilimsel olarak çöküşe uğramaya mahkum olacağını tüm açıklığıyla göstermektedir. Çünkü canlılar evrimleşmemişlerdir; Allah tüm canlıları kusursuz halleri ile yoktan var etmiştir. Dolayısıyla canlıların evrimleştiğini savunan her iddia, yok olmaya mahkumdur.
Sıçramalı evrim teorisinin fikir babası Stephen J. Gould, Hobart & William Smith College'de verdiği bir konferansta bu gerçeği tüm açıklığıyla şu şekilde itiraf eder:
Her paleontolog çoğu türlerin değişmediğini bilir. Bu sıkıntı vericidir… korkunç bir sıkıntıya neden olur… [Canlılar] biraz daha büyük veya yamru-yumru olabilirler fakat aynı tür olarak kalmaya devam ederler ve bunun nedeni kusurluluk veya boşluklar değil, durağanlıktır. Fakat bu olağanüstü durağanlık genellikle bir veri olarak görmezlikten gelinmiştir. Eğer değişmiyorlarsa, söz konusu olan evrim değildir; o halde bundan söz etmezsiniz.16

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder