25 Temmuz 2013 Perşembe

Evrim Bir Aldatmacadır, Kambriyen Patlaması Bunu Açıkça İlan Eder

Bir kişi, küçük veya büyük herhangi bir hayvan veya bitki grubunu rastgele bir şekilde seçsin. Daha sonra bir kütüphaneye gitsin. Gösterdiği büyük sabır sonucunda yetenekli bir yazarın bu formun evrimsel bir kökeninin bilinmediğine dair ifadesini bulacaktır.181
Evrim teorisinin temeli tümüyle ideolojik bir inanca dayanır. Yaratılış gerçeğine itiraz olarak ortaya atılmıştır ve dünya çapında her ne kadar spekülasyonlarla yaygınlaştırılsa da, zamanla teorinin gerçeklere dayanmadığı, bilimsel delillerle desteklenmediği anlaşılmıştır. İşte bu nedenle Darwinistler, bu ideolojik inancı ayakta tutabilmek, insanlara teorinin doğru olduğu izlenimi verip onları yanıltabilmek için sahtekarlıklara başvururlar. Evrim teorisinin tarihi, sahte fosillerin birbirine yapıştırılıp sergilendiği, dinozor fosillerine tüy eklendiği, tek bir diş fosilinden hayali ara geçiş canlılarının rekonstrüksiyonlarının çizildiği, sahte at serilerinin oluşturulduğu ve sahte embriyo çizimlerinin yapıldığı sayısız sahtekarlık örneği ile doludur.
Ancak Kambriyen patlaması ile ortaya çıkan olağanüstü canlı yaşamı, evrimcilerin her türlü spekülasyonunu ve sahtekarlığını ortadan kaldıracak kadar büyük bir olaydır. Tüm deliller öylesine belirgin, öylesine fazla sayıda ve öylesine mükemmel haldedir ki, evrimcilerin bu gerçeği örtbas edebilecekleri, fosil kayıtlarındaki eksiklikleri delil gösterebilecekleri bir durum oluşamamaktadır. Kambriyen patlamasına uzun yıllardır açıklama getirmeye çalışan ve bu uğurda Hox genleri gibi başarısız bir teori ortaya atan evrimci James Valentine ve Douglas Erwin, bunu açıklıkla itiraf etmişlerdir:
Şu anda elimizde bulunan Kambriyen kayalıkları (elimizde oldukça fazla vardır), aynı zaman aralığındaki benzer tortul bölgeler kadar tamamlanmış durumdadır. Patlama gerçektir. Bu, fosil kayıtlarındaki eksiklerle örtülemeyecek kadar büyüktür.182
Aslında, canlıların evrim geçirmemiş olduklarının evrimciler de farkındadırlar. Dolayısıyla sahte bir teoriyi ayakta tutabilmek için insanlara sahte deliller sunmaları, insanları aldatmaları gerekmektedir. Bunu o kadar yaygın şekilde yaparlar ki, evrimi yalanlayan her yeni bulgunun etkisini, sahte delillerle ortadan kaldırmaya çalışırlar. Ancak Kambriyen patlamasına benzer olağanüstü gerçekler karşısında bocalarlar ve bu konuda aldatmaya dayalı sahte deliller, gerçek dışı iddialar bile öne süremezler.

Kambriyen Gerçeği Darwinizm'in Dogmatizmini
Yeniden Gözler Önüne Sermiştir

Kambriyen patlaması, Darwinizm'e olan bağlılığı ile bilinen Scientific American dergisinde yayınlanmış bir makalede, "evrim biyolojisinin en derin paradoksu" olarak nitelendirilmiştir.183 Kambriyen patlaması, evrimcilerin bakış açılarını oturttukları temel varsayımların tümünü geçersiz kılmıştır. (Basitten komplekse gelişim, ara-form iddiası, önce türlerin çeşitleneceği iddiası ve mekanizmalarla ilgili varsayım vs.). Diğer yandan Darwinistler teorilerini bir dogma, doğanın bir kanunu olarak benimsemişlerdir. Bu körü körüne inançları sebebiyle kanıtlarla teorinin çeliştiği yerde teoriyi değil, daima kanıtları sorgulamayı alışkanlık haline getirmişlerdir.
Körü kürüne benimsedikleri evrim teorisi, dünya görüşlerini öylesine ele geçirmiştir ki, bu düşünceyle ilgili en küçük şüphe duygusuna kapılmaları dahi neredeyse imkansız olmaktadır. Durum öylesine vahimdir ki, Darwinizm hakkında şüpheyle baktıkları tek şey, Darwinist teoriye şüpheyle bakanlardır!
Bilim tarihçisi Margorie Grene, Darwinistlerin bu kapalı zihin yapısını şöyle ifade etmiştir:
Darwinizm, bir bilim dinidir ve insanların zihnini ele geçirmektedir... Değiştirilmiş ama karakteristik olarak hala Darwinci olan teori, yandaşlarınca dinsel bir ihtirasla vaaz edilen bir Ortodoksluk haline gelmiştir ve teorinin yandaşları görüşlerinden, sadece bilimsel inançta ermiş olmayan, birkaç bozguncunun şüphe duyduğunu düşünmektedirler.184
İşte Darwinistler, Kambriyen patlaması gibi tüm yönleriyle evrimin anti-tezini haykıran bir olayı ele alırken dahi bu kapalı zihin yapısını korumakta, körü körüne inançlarını asla sorgulamamaktadırlar. Kambriyen patlaması bilimsel bir gerçektir. Dolayısıyla bunun sonuçlarını kabullenmeyi reddeden bir anlayış, gerçekçilikten tamamen uzak ve dogmatiktir. Bu anlayışın Darwinistleri, bilim dışı davranışlara itmesi de kaçınılmaz olmaktadır.
Kuşkusuz bunların başında Walcott'un kanıtları örtbas edişi gelmektedir. Walcott, akademik açıdan bilgili ve yetenekli bir bilim adamıydı. 27 yıl hizmet ettiği Amerikan Jeoloji Araştırmaları'nın 12 yıl boyunca başkanı olarak çalışmıştı. Daha sonra Amerika'nın en köklü ve saygın bilimsel kurumlarından Smithsonian Institution'ın tam 20 yıl boyunca yöneticiliğini yürütmüştü. Üstelik Ulusal Bilimler Akademisi'nin başkanlığına kadar yükselmişti. Bu kariyeri onu Amerikan tarihinin en önemli bilimsel simalarından biri yapıyordu.
Ama tüm bilgi ve tecrübesine rağmen, Burgess Shale'deki fosillere karşı eşi güç bulunur bir körlük sergilemişti. Birçok Burgess Shale canlısı bilim için, yepyeni filumların varlığını haber veriyordu. Bunları yeni filumlarda ele almak, bilinen filumlara başkalarını eklemenin gerektiği, gün gibi ortadaydı. Ama Walcott, paleontologlar tarafından "yaşam tarihinde en göze çarpan ve kafa karıştıran olay"185 olarak anılan Kambriyen patlamasını görmezden geldi. Yeni filumlar isimlendirmek yerine, fosilleri var olan filumların kalıbına uydurmaya çalıştı. Bu son derece yüzeysel, bir o kadar da zorlama bir yorumdu. Paleontoloji dünyası, Walcott'un yorumlarının ne denli çürük ve çarpık olduğunu, Morris ve ekibinin çalışmalarının yanı sıra, Harvard Üniversitesi'nden paleontolog Stephen J. Gould'un ödüllü kitabı Wonderful Life (Harika Yaşam - 1989) sayesinde anladı. Walcott'un not ve fotoğraflarını birer birer inceleyen Gould, bu kitabında onu yoğun olarak eleştirdi. Burgess Shale'deki olağanüstü duruma karşı Darwinist ön yargıları sebebiyle körleştiğini yazdı. Walcott, Darwinist senaryoya saplantılı bağlılığı sebebiyle gözünün önündeki gerçekleri değil, zihninde yaşattığı hikayeyi anlatmıştı.
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) kılan Allah'adır. (Bundan) Sonra bile, inkar edenler, Rablerine
(bir takım varlıkları ve güçleri) denk tutuyorlar.
(Enam Suresi, 1)
Aslında Walcott sadece bir başlangıçtı. Günümüz evrimci bilim adamları da Kambriyen patlaması karşısında gösterdikleri performansla bu bilimsellikten uzak tutumu sürdürdüler. Darwinistlerin bu dogmatizmi, Kambriyen patlamasının süresini sadece beş milyon yıla indirgeyen zirkon tarihlendirmeleri karşısında bile değişmemişti.
Darwinistler akıl, bilim ve mantığın gerektirdiği çok kolay bir şeyi, bu çok güçlü kanıtları takip edip sonuçlarını kabullenme işini başaramamaktadırlar. Konu kendi dünya görüşleri olunca bilimsel şüpheciliği hemen bir yana bırakmaktadırlar.
"Bilimde şüphecilik esastır" mantığı, bilimsel ilerlemenin ancak şüphecilik üzerine gerçekleşebileceği üzerine kurulmuş bir felsefedir. Eğer bilimde şüphecilik esassa, Darwinistlerin, tesadüflerin her şeyi meydana getirdiğine inandıkları gibi, her şeyi Allah'ın yarattığına da ihtimal vermeleri gerekir. Madem bilimde şüphecilik gerekiyor, bu durumda canlı varlıkları Allah'ın yarattığına %50 ihtimal vermeleri gerekir. Ama ısrarla bundan kaçındıkları görülmektedir. Darwinistler Kambriyen patlamasıyla ilgili evrimsel kökenleri en baştan varsaymaktadırlar çünkü özel yaratılış ihtimalini en baştan reddetmektedirler. Ve bunca araştırma ve zahmet sonucunda, Kambriyen patlaması hakkında edinilen bilgilerin ortaya koyduğu yaratılış gerçeği sonucunu, ısrarla gözardı etmektedirler. Bilim onlara "açıklama" verdiği halde onlar, "görmezlikten gelmeyi" tercih etmektedirler. Tüm bunlar Darwinizm'in, ne denli körü körüne bir inanç olduğunun bir göstergesidir.

Hayali Evrim Mekanizmaları İflas Etmiştir

Darwin, genetik varyasyon ve doğal seleksiyonu, hayali evrim sürecinin mekanizmaları olarak önerdiğinde yaşamın basit temellere dayandığını varsaymış, içinde bulunduğu dönemin ilkel bilimsel ortamında, hücredeki kompleksliğin boyutlarını tahmin dahi edememişti. Ancak moleküler biyoloji alanında 20. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan gelişmeler, hücrenin kompleks yapısını aydınlattı. Hücrede en ileri teknolojilerle dahi taklit edilemeyen komplekslikler bulunduğu, yaşamın en temel seviyede dahi tesadüf iddiasını reddettiği ortaya çıktı. Bu, doğal seleksiyon yoluyla evrimleşme iddiasını tamamen ortadan kaldırıyordu. Biyokimya profesörü Garret Vanderkooi bu süreci şöyle açıklar:
Geçmişte evrimciler, yaşamın kökeni probleminin, biyokimya isimli yeni bilim tarafından çözüleceğinden emindiler. Oysa umduklarının tam aksi oldu. Canlı maddenin kimyasal yapısı ve organizasyonu hakkında öğrenilenler arttıkça, bunların daha alt formlardan doğal süreçlerle nasıl gelişmiş olabileceği konusunda spekülasyon yapmak zorlaştı. Bilimsel bir bakış açısından, evrim Darwin'in gününde makul bir hipotez olmuş olabilir ancak şimdi artık, moleküler biyolojideki gelişmeler nedeniyle tamamen savunulmaz hale geldi.174
Doğal seleksiyon ve mutasyon ikilisinin, hayali evrimin hiçbir şekilde sebebi olmadıklarının anlaşılmasında, bir koldan moleküler biyoloji alanındaki bu gelişmeler, diğer bir koldan da Kambriyen patlamasıyla ilgili anlayışın ilerlemesi temel rol oynadı. Kambriyen patlamasıyla ilgili gerçeklerin ortaya çıkmaya başladığı 1980'li yıllara gelmeden çok önce, moleküler biyoloji, mutasyon ve doğal seleksiyonun evrimleştirici hiçbir gücü olmadığını ortaya çıkarmıştı. Darwinistler, canlılar alemindeki genetik varyasyonun hayali evrimsel mekanizmasının, mutasyonlar olduğunu iddia etmişler, ancak bunların organizma üzerindeki etkisinin daima yıkıcı olduğu ortaya çıkmıştı.
Burgess Shale canlıları, birbirlerinden farklı vücut yapılarına sahip oldukları gibi, birbirlerinden farklı yaşam şekillerine de sahiptiler. Bu canlıların, tek bir tanesinin, tek bir hücresini bile oluşturacak evrimsel bir mekanizma yoktur. Darwinizm, Kambriyen canlıları gerçeği karşısında tamamen iflas etmiştir. .
Kısaca hatırlayacak olursak, mutasyonlar genlerdeki nükleotid diziliminde meydana gelen rastlantısal değişimlerdir. Bir canlının bedeni, DNA'sındaki genetik plana göre inşa edilir. Bu plan ise DNA üzerinde sıralanan nükleotidlerle kodlanmıştır. Canlıların DNA'ları ciltler dolusu ansiklopedik bilgi içerir. Her bir proteinin yapısı, çok özel bir nükleotid dizilimine dayalıdır ve bir hücrede on binlerce protein bulunur. Rastlantısal değişimlerden ibaret olan mutasyonların böyle yüklü miktarda genetik bilgiyi meydana getirebilecek hiçbir kapasitesi bulunmamaktadır. Fransız Bilimler Akademisi'nin eski başkanı Pierre Paul Grassé'nin mutasyonlar hakkında yaptığı yorum, bu noktada oldukça açıklayıcıdır. Grassé, mutasyonları "yazılı bir metnin kopyalanması sırasında yapılan harf hataları"na benzetmiştir. Ve harf hatası gibi mutasyonlar da bilgi oluşturmaz, aksine var olan bilgiyi bozar. Grassé bu olguyu şöyle açıklamıştır:
Mutasyonlar, zaman içinde son derece düzensiz biçimde meydana gelirler. Birbirlerini tamamlayıcı bir özellikleri yoktur ve birbirini izleyen nesiller üzerinde, belirli bir yöne doğru birikmiş bir etkileri olmaz. Zaten var olan yapıyı değiştirirler, ama bunu tamamen düzensiz bir biçimde yaparlar... Bir canlı vücudunda çok küçük bile olsa, bir düzensizlik oluştuğunda ise, bunun sonucu ölüm olur. Yaşam olgusu ile anarşi (düzensizlik) arasında hiçbir olası uzlaşma yoktur. 175
İşte bu nedenle, yine Grassé'nin ifadesiyle "mutasyonlar ne kadar çok sayıda olursa olsunlar, herhangi bir evrim meydana getirmezler." 176
Grassé bunları 1977 yılında yayınladığı kitabında ilan ediyordu. O dönemde doğal seleksiyonun da hiçbir şekilde canlıları evrimleştirici bir mekanizma olmadığı gayet iyi biliniyordu. Örneğin İngiltere Doğa Tarihi Müzesi baş paleontoloğu Colin Patterson, 1982 yılında şunları söylüyordu:
Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmalarıyla yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizm'in en çok tartışılan konusu da budur. 177
Kısacası 1980'li yıllarda Darwinizm'in doğal seleksiyon ve rastgele mutasyon mekanizmaları, hiçbir işlev veya faydaları olmadığı halde, alternatifleri bulunmadığı için dükkanda sergilenen hurda antikalar gibiydiler.
Bu dönemde Burgess Shale ile ilgili gerçeklerin ortaya çıkması ve sonra yeni Kambriyen yataklarının bulunması, Darwinizm aleyhinde yeni bir veri dalgasının kaynağı oldu. Moleküler biyolojinin bulgularıyla sarsılan Darwinizm dünyası, bu defa paleontolojinin açtığı ateş altındaydı. Kambriyen patlamasında hayvanlar zaten çok kompleks yapılarla ortaya çıkmıştı. Günümüzün tüm filumları o dönemde ortaya çıkmıştı. Bunların sayısı günümüze kadar artmamış, azalmıştı. Filumlar, türlerden daha önce çeşitlenmişti. Kambriyen patlamasının bu gerçekleri, doğa tarihiyle ilgili Darwinist yorumların geçersizliğini kesin olarak ortaya koydu.
Ancak 1990'larda anlaşılan bir başka Kambriyen gerçeği vardı ki, Darwinizm'i bir başka yerden, mekanizmalardan vurdu. Bu, hassas zirkon tarihlendirmeleriyle pekişen "az zamana karşın çok komplekslik" paradoksuydu. Hayvanlar aleminin tüm filumları, sadece beş milyon yıllık bir sürede ortaya çıkmıştı. Hatta James Valentine, brachiopoda filumunun ortaya çıkışının 5 milyon yıldan çok daha az, muhtemelen 1 milyondan da az bir sürede tamamlanmış olabileceğini tahmin ediyordu.178 Valentine'ın bazı durumlarda sadece birkaç yüz bin yıllık sürelerden söz ettiği dahi oluyordu.179
Prekambriyen'de tek hücreliler ve hiçbir kompleks organa sahip olmayan Ediacaran canlıları vardı. Bunlar üç tane filum yapıyordu. Bunlara, günümüzden 530 milyon ila 525 milyon yıl önceki beş milyon yıllık dönemde, 45'in üzerinde filum eklendi. Sadece beş milyon yılda, daha önce hiçbir örneği bulunmayan göz, anten, bacak, mide, gibi organlar; bağışıklık sistemleri, sinir sistemleri, fizyolojik sistemler, gelişimsel sistemler, ve kompleks ekosistemler eklendi. Üstelik bu, tek bir lokal alanda değil, dünya çapında görülen bir yayılımdı. Darwin, geniş çaplı tesadüfi değişimlerin kompleks sistemlerdeki yıkıcı etkisini bildiğinden, sadece çok küçük değişimlere izin vermiş, hayali evrim sürecini, yeni türleri ancak çok uzun zamanlarda, dünyanın tarihinin büyük kısmında üretebilecek gibi kurgulamıştı. Dünya tarihinin yaklaşık binde biri kadar olan bir zaman diliminde hayvanlar aleminin tüm filumlarının aniden kurulması, doğal seleksiyon ve mutasyonların bu ağır işleyişiyle izah edilebilecek bir durum değildi.
Darwinistler, mutasyonların henüz tek bir yeni protein ortaya çıkarmadığını, bunların genetik bilgi üzerindeki etkisinin daima yıkıcı olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Yaşamın kompleksliği alanında elde edilen bulgular, mutasyon senaryosunu savunmayı gitgide zorlaştırdı. Kambriyen patlaması buna bir de zaman problemini ekledi. 5 milyon yıla indirgenen patlama süresi, kıskacı daha da daralttı. Doğal seleksiyon mekanizmasının herhangi bir evrim sağlayamayacağı zaten anlaşılmıştı. Şimdi ise, Kambriyen patlamasındaki genetik bilgi artışının mutasyonlarla gerçekleşmesinin, matematiksel bir imkansızlık olduğu ortaya çıkmış oluyordu. Yani evrimin hayali mekanizmalarıyla evrim senaryosu, bir aldatmacadan ibaretti.
Japon bilim adamı Susumo Ohno, Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde, Kambriyen patlamasının, mutasyon senaryosunu geçersiz kıldığını şöyle açıklıyordu:
Rastgele meydana gelen mutasyon oranının yılda, baz çifti başına 10-9 olduğunu varsayarak ve doğal seleksiyonun negatif etkilerini de göz önünde bulundurarak, DNA baz dizilerinde %1'lik bir değişiklik olabilmesi için 10 milyon yıla ihtiyaç vardır. Evrimsel zamanda ise 6-10 milyon yıl göz kırpması kadar kısadır. Hayvanlar aleminin neredeyse tüm filumlarının aniden ortaya çıkışını gösteren Kambriyen patlamasının 6-10 milyon yıllık bir zaman arasında meydana gelmesinin ise kesinlikle genlerdeki mutasyonlara bağlı değişimlerle açıklanması mümkün değildir.180
Günümüzde hiçbir evrimci, Kambriyen patlamasının Darwinizm'in doğal seleksiyon-mutasyon ikilisiyle açıklanabilir olduğunu iddia etmemektedir. Aksine, evrimci uzmanlar Kambriyen patlamasıyla ilgili bulgular karşısında Darwinizm'in mekanizmalarının geçersizliğini açıkça ifade etmektedirler. Modern bilim, bu mekanizmaların geçerliliğinin bulunmadığını açıkça ortaya koymuştur. Bunlardan hala medet ummaya çalışan Darwinistler, Kambriyen patlaması karşısında gerçek bir acizlik durumu yaşamaktadırlar. Evrimcilerin tüm çabası, karanlıklar içinde çırpınmaktan ibarettir.
Yüce Allah Enam Suresi'ndeki bir ayette şöyle bildirir:
Bizim ayetlerimizi yalan sayanlar karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah, kimi dilerse onu şaşırtıp-saptırır, kimi dilerse de onu dosdoğru yol üzerinde kılar. (Enam Suresi, 39)

Basitten Komplekse Gelişim Hikayesi Bir Aldatmacadır

Darwin'in teorisi, günümüz yaşam formlarındaki tüm kompleksliğin, milyonlarca yıl sürdüğü farz edilen, hayali evrim sürecinde ortaya çıktığını iddia ediyordu. Bir yunusun sonar sistemi, bukalemunun dili, kuşun kanadı veya bir ahtopotun kolları gibi kompleks yapılar bu varsayıma göre daha alt sistemlerden aşama aşama ortaya çıkmış olmalıydı. Teori, hayali evrim sürecinin başlangıç noktasına, bu kompleks sistemlerden hiçbirine sahip olmayan, hayali ilk hücreyi yerleştiriyordu. Dolayısıyla, Darwinizm'e göre, yaşam formlarının iddia edilen evrimi, doğa tarihi boyunca sürekli basitten komplekse doğru bir gelişim göstermiş olmalıydı. Ancak Kambriyen patlaması bu iddiayı kesin olarak geçersiz kıldı.
Öncelikle Kambriyen döneminde ortaya çıkan canlılar, zaten son derece kompleks yapıda bulunuyorlardı. Biyokimyager D. B. Gower, bu gerçeği şöyle açıklamaktaydı:
En eski kayalarda, ilkel canlılardan gelişmiş formlara doğru, kademeli gelişimleri içeren, seri fosilleri bulamıyoruz. Bunun yerine en eski kayalarda, aniden ortaya çıkan, gelişmiş türlerle karşılaşıyoruz.166
İkincisi, canlıların fosil kaydı, Kambriyen sonrası dönemde yaşamış türlerde de, Darwin'in kademeli gelişim modeliyle zıttı; aşamalı bir gelişim göstermiyordu. 20. yüzyılın önde gelen paleontologlarından George Gaylord Simpson bunu şöyle ifade etmişti:
Bilinen fosil kaydının bir özelliği şudur ki, birçok kategori aniden ortaya çıkar. Şurası artık bir kural haline gelmiştir ki bu kategoriler, Darwin'in evrimle ilgili genel inancının aksine, birbirlerinden son derece küçük değişikliklere sahip olan, öncüllerin serisi sonucunda ortaya çıkmazlar.167
Üçüncüsü evrimciler tüm arayışlarına karşın, fosil kayıtlarında herhangi bir biyolojik kompleksliğin, evrimle ortaya çıktığına dair en küçük bir kanıt dahi bulamadılar. Darwinizm'in 20. yüzyıldaki en etkili savunucularından biri ve Harvard Üniversitesi zooloğu olan Ernst Mayr, evrimcilerin bu çaresizliğini şöyle itiraf etmiştir:
Aşamalar sonucu evrimsel bir yeniliğin ortaya çıktığına dair açık bir kanıt yoktur.168
Komplekslik üzerine araştırmalar yapan evrimci Kevin Kelly ise aynı konuda şu itirafta bulunmaktadır:
Henüz hiç kimse, fosil kayıtlarında, gerçek yaşamda veya bilgisayar yaşamında, doğal seleksiyonun, kompleksliği bir sonraki seviyeye taşımasından kaynaklanan geçiş anlarına şahit olmamıştır.169
Yaşam, zaten kompleks varlıklarla başlamıştı. Kompleksliğin evrimsel olarak arttığına dair hiçbir kanıt ise yoktu. Dolayısıyla doğa tarihi boyunca küçükten büyüğe doğru ilerleyen bir tür komplekslik merdiveni iddiası bir aldatmacaydı. Böylece kompleksliğin doğa tarihinde ortaya koyduğu seyrin, Darwinist senaryo ile taban tabana çeliştiği ortaya çıkmıştır. Fosil tabakaları hakkında uzman kuruluş olan, Amerikan Jeoloji Enstitüsü'nün yayınlarından birinde bu konuyla ilgili olarak şu itiraf yer alır:
Evrimin, giderek daha gelişmiş formlardan meydana gelen, bir merdiven gibi, günümüze doğru ulaştığını öne süren Darwinci görüş, kanıtlara dayanmamaktadır.170
Kompleksliğin, daha basit yapılardan gelişmiş olabileceği iddiasına kanıt toplamaya çalışan bilim adamları, bunun tam tersi durumlarla karşılaşmışlardır. Örneğin omurgalı çenesi, her parçası son derece hassas bir şekilde işlev gören kompleks bir yapıdır. Bu kompleks yapı, Darwinizm'e göre hayali evrim ağacının, alt dallarında bulunan balıklarda daha basit yapıda olmalı, sonraki omurgalılarda ise daha evrimleşmiş olmalıdır. Ama gerçekler bunun tam aksidir: Omurgalıların hayali evrim ağacında aşağılarda yer alan balıklarda, omurga daha gelişmiş durumdadır. Amerikan Doğa Tarihi Müzesi Paleontoloji bölümünden John G. Maisey bu gerçeği şöyle ifade eder:
Evrimsel merdivenimizde aşağıya doğru indiğimizde çene yapısı daha az yerine daha çok kompleks bir hal alır ve balıklarda çene gerçekten de ayrıntılıdır.171
Bu konuda başka bir önemli örnek de, soyu tükenmiş bir eklembacaklı olan trilobitin gözüdür. En eski hayvanlardan birinin bedeninde bulunan bu organın kompleksliğine sonraki hiçbir eklembacaklı erişememiştir. Bu durum sadece trilobite has da değildir. Hiçbir canlı soyu, Darwinizm'in varsaydığı gibi bir gelişim şeklini kanıtlayacak fosil kanıtlara sahip değildir. Stephen J. Gould bu konuda şunları yazmıştır:
İlk trilobitlerin gözlerindeki komplekslik ve görüş keskinliğine sonraki hiçbir arthropod ulaşabilmiş değildir... Yaşamın tarihinde açık bir gelişim yönü bulmadaki başarısızlığı, fosil kaydının en şaşırtıcı gerçeği olarak görüyorum.172
Fosil kayıtları, paleontologlara devamlı olarak, Darwin'in teorisinin bilimsel gerçeklerle ne denli büyük bir çelişki ortaya koyduğunu öğretmiştir. Harvard Üniversitesi Evrimsel biyoloğu Dr. Ernst Mayr'ın itiraf ettiği gibi:
Paleontologlar, uzun süredir Darwin'in küçük aşamalarla değişim şartının, paleontolojinin bulguları ile çeliştiğinin farkında.173
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi yaşam formlarının doğa tarihi, Darwinizm'le asla açıklanamamaktadır. Kambriyen patlamasında sergilenen komplekslik, zaten son derece ileri seviyededir. Sonraki dönemlerde de canlılar, basitten komplekse doğru gelişmemiş, Yüce Allah onları ilk yarattığından beri aynen korunmuşlardır.

Kambriyen Patlaması, Darwin'e Göre, Evrim Teorisi İçin Öldürücü Bir Darbedir

Fosil kayıtları Darwin için rahatlatıcı değil sıkıntılıydı. Hiçbir şey onu Kambriyen Patlaması'ndan, neredeyse tüm kompleks organik tasarımların, eş zamanlı ortaya çıkışından daha çok huzursuz etmemişti.162 (Stephen J. Gould, paleontolog, Harvard Üniversitesi)
Darwin döneminde Kambriyen patlaması, yeni keşfedilmiş bir gerçekti. Canlıların oldukça ağır aşamalarla rastgele ortaya çıktıklarını iddia eden bir biyolog için beklenmedik ve oldukça şaşırtıcı bir olaydı. Darwin bunu, Türlerin Kökeni adlı kitabında ciddi bir zorluk olarak tanımlamıştı:
Bununla bağlantılı başka bir zorluk daha vardır ki bu çok daha ciddidir. Hayvanlar aleminin çeşitli temel bölümlerine ait türler, bilinen en alt fosil katmanlarında aniden ortaya çıkmıştır.163
Bir başka sözünde ise Darwin, bu konuda teorisine uygun bir açıklama yapamayacağını açıkça itiraf etmişti:
Kambriyen sisteminden öncesine ait varsayılan en eski dönemlere ait zengin fosil kalıntılarını neden bulamadığımız sorusuna, tatmin edici hiçbir cevap veremem.164
Normal şartlarda böylesine büyük bir gerçeğin evrim teorisini rafa kaldırması, evrim destekçilerini tamamen susturması beklenirdi. Ancak Darwin için, bu şekilde olmadı. O, ileride, Kambriyen'de ortaya çıkan bu olağanüstü çeşitliliğe bir açıklama getirileceğini umuyordu. Ama eğer bir açıklama bulunamazsa, yani fosil kayıtları beklenen ara geçiş örneklerini vermezse, bunun teorisi için öldürücü olduğunu da açıkça kabul etmişti:
Türlerin tüm gruplarının belirli formlarda aniden ortaya çıkışları gibi beklenmedik bir olay, pek çok paleontolog tarafından – örneğin Agassiz, Pictet ve Sedgwick gibi – türler arası mutasyon inancına, ölümcül bir itiraz olarak ileri sürüldü. Eğer aynı soya veya aileye ait sayısız tür, gerçekten yaşama bir kerede başladılarsa, bu gerçek, doğal seleksiyon yoluyla evrim teorisi için öldürücü olacaktır.165
Darwin'in bu itirafı, şu anda evrim teorisinin geçersizliğinin, Darwin'in dilinden bir ifadesidir. Darwin'in ileride bulunmasını beklediği ara geçiş örnekleri bulunamamıştır. Sayısız türün, yaşama bir kerede, herhangi bir evrim süreci olmadan başladıkları gerçeği açıktır. 50 ayrı filumun bir arada, sadece tek hücreli canlıların hakim olması gereken bir dönemde yaşamış olmaları, bu öldürücü darbe için yeterli bir sebeptir.
Göklerde ve yerde olan (herkesin ve herşeyin) tümü Rahman (olan Allah)a, yalnızca kul olarak gelecektir. Andolsun, onların tümünü kuşatmış ve onları sayı olarak saymış bulunmaktadır. Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir. (Meryem Suresi, 93-95)

Darwin'in Hayat Ağacı Silinip Gitti


Darwin'in Hayali Hayat
Ağacının Geçersizliği Anlaşıldı
Darwin'e göre, canlılık tek bir atadan gelmiş, küçük ve aşamalı değişimlerle türler belirmiş olmalıydı. Tek bir filumdan çeşitlenerek gelişen "hayat ağacı" kavramı, bu tez üzerine şekillenmişti. Ama Darwin'in hayat ağacı, bir aldatmacadan ibaretti. Günümüz filumları da dahil olmak üzere 50 farklı filum, yaşam tarihinin daha ilk başında fosil kayıtlarında kendini gösteriyordu. Darwin'in hayat ağacı silinip gitmişti.
Bilindiği gibi Darwinizm, canlılığın tek bir ortak atadan geldiğini ve küçük değişimlerle farklılaştığını öne sürmektedir. Bu durumda, canlılığın, ilk başta birbirine çok benzer ve basit formlarda ortaya çıkmış olması gerekir. Yine aynı iddiaya göre, canlıların birbirlerinden farklılaşmaları ve kompleksliklerinin artması da, çok uzun zamanlar içinde olmalıdır. Dolayısıyla Darwinizm'e göre, canlılık tek bir kökten gelen, ancak sonra dallara ayrılan bir ağaç gibi olmalıdır. Nitekim bu varsayım Darwinist kaynaklarda ısrarla vurgulanır ve "hayat ağacı" (tree of life) kavramı sık sık kullanılır. Bu hayat ağacına göre, başlangıçta sadece tek bir filum olmalıdır (ilk hayali hücre aynı zamanda yaşamın ilk ana beden planı yani filumu anlamına geldiği için). Daha sonra bu tür, uzun zamanlar içinde değişim göstererek başka türlere dönüşmeli, ortaya çıkan türler, bu hayali evrimsel atalarından uzaklaştıkça görünümleri arasındaki farklılıklar da artmalıdır. Buna bağlı olarak filumların sayısı da zaman içinde artış göstermelidir.
Darwin'in bu hayali hayat ağacı, Türlerin Kökeni kitabında şu şekilde resmedilmiştir:
Darwin, bu grafikte A ile gösterdiği bir türün 14 zaman dilimine ayırdığı uzun bir dönem boyunca, bir ağaç gibi çeşitleneceğini, türler arası farklılıkların zaman içinde artış göstereceğini iddia etmiştir. Amatör biyolog, bu yöndeki hayallerini "bu süreci cinslerle sınırlandırmak için bir sınır görmüyorum. Cinsler de aileler veya takımlar meydana getirecektir" sözleriyle ifade etmiştir.157
Darwin'in bu gerçek dışı öngörüsü çeşitli şartları beraberinde gerektirmektedir:
Darwin'e göre "önce türler" çeşitlenmeli, bunu daha yüksek kategorilerin ve nihayet filumların ortaya çıkması izlemelidir. Dolayısıyla filumların sayısı zaman içinde artmalıdır. Böylece, biyolojik kategorilerin fosil kayıtlarında belirme yönünün "aşağıdan-yukarı" doğru bir seyir izlemiş olması gerekir.
Hayat ağacı bir üçgen formunda düşünülürse, biyolojik çeşitliliğin zaman içindeki seyri, "giderek genişleyen bir farklılık üçgeni" şeklinde olmalıdır. Dolayısıyla farklılık üçgeni, bir "V" şekline benzer duruş sergilemelidir.
Ancak fosil kayıtları Darwinizm'in bu öngörülerinin hepsinin temelden yanlış olduğunu göstermektedir:
Darwin'e yalanlama 1: Biyolojik kategorilerin fosil kayıtlarında belirme yönü "aşağıdan yukarıya" doğru değil, "yukarıdan-aşağıya" doğru bir seyir izlemiş ve önce filumlar oluşmuştur.
Fosil kayıtlarının bu konuyla ilgili gerçeği "önce filumlar" şeklindedir. Önce filumlar var olmuş, tür gibi daha küçük kategorilerin ortaya çıkışı daha sonra gerçekleşmiştir. Araştırmacılar D. H. Erwin, J. W. Valentine ve J. J. Sepkowski'nin çeşitlenmeyle ilgili karşılaştırmalı çalışmalarında vardıkları sonuç, bu gerçeği doğrular niteliktedir:
Fosil kayıtları filumların çeşitlenmesinin sınıflarınkinden, sınıfların çeşitlenmesinin takımlarınkinden, takımların çeşitlenmesinin ise ailelerinkinden önce olduğunu göstermektedir... Yüksek kategoriler, daha alt kategorilerin birikimi sürecinde ortaya çıkmış görünmemektedirler.158
Darwin, sınıf ve aile gibi daha alt kategorilerin zamanla çeşitleneceğini, tek bir filumdan çeşitlenen türlerin farklı filumları ortaya çıkaracağını iddia etmekle, "aşağıdan yukarıya" bir gelişim varsaymıştır. Oysa Kambriyen patlaması, bilim yazarı Roger Lewin'in belirttiği gibi, tam tersi bir durum ortaya koymaktadır:
Yüksek kategorilerin oluşmasında birkaç muhtemel şekil vardır. Bunlardan en önemli ikisi aşağıdan-yukarıya ve yukarıdan-aşağıya olan yaklaşımlardır. İkincisinde evrimsel yenilikler küçük küçük ilerlemelerle gerçekleşir... Kambriyen patlaması ikinci şekille, yukarıdan aşağıya olanla uyumludur.159
Biyolojik kategorilerin fosil kayıtlarında belirme yönü "yukarıdan-aşağı" doğru bir seyir izlemiştir. Dahası, uzun zaman aralıkları içinde aşamalarla çoğalması gereken filum sayısı gitgide azalmıştır. Kambriyen'de birbirinden farklı 50 filum ortaya çıkmış olmasına rağmen, günümüzde korunan filum sayısı 35 civarındadır. (Bkz. Fosiller İnceleniyor bölümü) Bu gerçekler karşısında Darwin'in varsayımları, fosil kayıtlarının gerçekleri karşısında kelimenin tam anlamıyla "altüst" olmuş, paleontoloji biliminin bulguları teorisini, kesin ve net olarak geçersiz kılmıştır.
Darwin'e yalanlama 2: Farklılık üçgeni Darwin'in iddia ettiğinin tamamen zıttıdır.
Darwin, giderek dallanan hayat ağacı grafiğinde yaşamın, "giderek genişleyen bir farklılık üçgeni" şeklinde çeşitleneceğini varsaymıştır. Oysa canlılık, giderek genişleyip, çeşitlenmemekte, aksine çok çeşitli başlayıp giderek daralmaktadır. Berkeley, California Üniversitesi profesörü Philip Johnson, paleontolojinin ortaya koyduğu bu gerçeğin, Darwinizm'le olan açık çelişkisini şöyle açıklamaktadır:
Darwinist teori, canlılığın bir tür "giderek genişleyen bir farklılık üçgeni" içinde geliştiğini öngörür. Buna göre canlılık, ilk canlı organizmadan ya da ilk hayvan türünden başlayarak, giderek farklılaşmış ve biyolojik sınıflandırmanın daha yüksek kategorilerini oluşturmuş olmalıdır. Ama hayvan fosilleri bizlere bu üçgenin gerçekte baş aşağı durduğunu göstermektedir: Filumlar henüz ilk anda hep birlikte vardır, sonra giderek sayıları azalır.160
Böylece Darwin yalanlanmıştır. Farklılık üçgeni "t", artık düz bir çizgi "_" şeklinde durmaktadır.
Darwin'in ünlü "hayat ağacının" açıkça bir yalandan ibaret olması, hem teorinin kendisi hem de teorinin destekçileri açısından büyük bir hayal kırıklığıdır. Jonathan Wells, Icons of Evolution (Evrimin İkonları) isimli kitabında bu gerçeği şu şekilde ifade etmiştir:
Biyolojik hiyerarşinin üst basamakları önce ortaya çıktığından, Kambriyen patlamasının Darwin'in hayat ağacının baş aşağı çevrildiği söylenebilir. Eğer botanik bir analojinin yapılması uygun düşseydi, ona ağaçtan çok çimenlik demek doğru olurdu. Yine de evrimci biyologlar Darwin teoremini terk etmeye isteksiz görünmektedirler. Çoğu, Kambriyen fosillerinden elde edilen kanıtları hesap dışı tutmaktadır.161
Yaşam, Kambriyen patlaması ile aniden ve mükemmel bir çeşitlilikle oluşmuştur. Darwinistlerin iddia ettikleri gibi, tek bir bakteriden gitgide değişime uğrayan ve sonunda insana kadar ulaşan bir evrim sürecinin olmadığı açıktır. Darwin'in hayat ağacı, bir anda yok olup silinmiştir.

Fosil Kayıtları Önemli Bir Gerçeği Göstermektedir: Evrim Yaşanmamıştır

Stephen Jay Gould'un Book of Life (Yaşamın Kitabı) isimli kitabında geçen aşağıdaki sözler, Dünya'da hali hazırda var olan muazzam canlı çeşitliliği hakkında özet bir bilgi verir:
Hayvan yaşamı inanılmaz derecede çeşitlidir, yaşamın diğer altı aleminden çok daha fazladır. Son üç yüzyıl boyunca, bilim adamları 1.5 milyon yaşayan hayvan türü tespit ettiler. Ancak pek çok tür üzerinde henüz çalışma bile yapılmamıştır –özellikle de tropik bölgelerdeki küçük canlılar üzerinde– bunların toplam 5 ila 50 milyon kadar oldukları tahmin edilmektedir. Bu türlerin pek çoğu (tüm türlerin %75'ini genellikle arthropodlar ve parazitler oluşturur) karada yaşarlar. Daha az sayıda türler okyanuslarda yaşar (yaklaşık 295.000 tane tanımlanmıştır). Ama yine de, hayvanlar aleminin en temel bölümlerini, yani filumları –neredeyse filumların tamamını– içeren de okyanuslardır.153
Evrimcilerin, ortaya attıkları teori nedeniyle, bu olağanüstü çeşitliliğin ve bundan önce yok olup gidenlerin tamamının açıklamasını yapmaları gerekmektedir. Bir bakteri hücresinin, nasıl olup da bir balinaya dönüşebileceğini, nasıl olup da milyonlarca hayvan türünü ortaya çıkarabileceğini göstermeleri gerekmektedir. Evrimcilerin, bu türlerin her biri için bir evrimsel süreç senaryosu geliştirmeleri, bunu delillendirmeleri ve bu sürecin gerçekleştiğine dair fosil kayıtlarında izler göstermeleri gerekmektedir.
Ama fosil kayıtlarında bu sürece dair hiçbir iz yoktur. Milyonlarca farklı türün tek bir tanesi bile ara fosil kalıntısı bırakmamıştır. Evrimcilere göre bir bakteri çeşitli aşamalarla balığa dönüşmüş olmalıdır ve bu hayali değişim milyonlarca yıl sürmelidir. Ancak bu uzun süreçte böyle bir değişimin gerçekleştiğine dair tek bir tane ara geçiş formu yoktur. Bakteriler bile kendi izlerini kayalıklar arasında bırakırken, sayısız balık fosili eksiksiz ve en mükemmel halleri ile fosil katmanlarında kendilerini sergilemişken, bunların arasında yer alması gereken garip ara geçiş canlılarının varlıklarından eser yoktur.

Douglas Futuyma: (solda)
Canlılar ... Eğer eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde üstün bir Akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir.
Jeffrey S. Levinton: (sağda) Kambriyen canlıları dururken, evrimin nasıl mükemmel mekanizmalara sahip olduğu hikayelerinin anlatılması, sudan-karaya, karadan-havaya hayali geçişin abartılı senaryolarının detaylandırılması son derecede anlamsızdır.
Çünkü, evrim yaşanmamıştır. Canlılar evrimleşerek gelişim göstermemişler, birbirlerinden dönüşerek türleri meydana getirmemişlerdir. Evrimcilerin 150 yıldır hikayesini anlatıp durdukları "evrim süreci" bir hayaldir. Evrim teorisinin "tek bir iddiası" bile bilimsel olarak kanıtlanmamıştır. Evrim teorisi, en büyük dayanağı ve en büyük şahidi olması gereken fosil kayıtlarından "tek bir delil" getirememiştir. Evrim teorisinin "tek bir mekanizmasının" bile evrim sağladığı görülmemiştir. Bilimin hiçbir dalı, hiçbir şekilde evrim teorisini desteklememekte, aksine sürekli olarak onu çürütecek deliller sunmaktadır.
Özetle, canlılar evrimleşmemişlerdir.
Evrimcilerin büyük bir dehşet ve derin şok içinde karşıladıkları Kambriyen canlıları, bütün bu gerçeklerin çok çarpıcı bir delilidir. Hayvanlar aleminin tüm temel yapılarını içine alan 50'ye yakın filumun sergilendiği, 530 milyon yıl önceki bu manzara, evrim teorisini derinden çökertmiştir. Evrimciler hala bunun şokunu atlatmaya, bu olağanüstü olayı geçiştirmeye çalışmaktadırlar. Oysa Kambriyen patlaması bir gerçektir ve evrim, bu gerçek karşısında eriyip yok olmuştur.
Berkeley'deki California Üniversitesi'nden Biyokimyacı ve aynı zamanda yaratılış gerçeği savunucularından Duane Gish, bu önemli gerçeği şu sözlerle ifade eder:
Yaratılış inancına karşı olanlar yaşamın tarihindeki bu derin durağanlığı büyük bir sessizlik büyüsü içinde kapatıyorlar. Bunun nasıl olduğu konusunda hiçbir sözde hikaye öne sürmeye kalkışmadıkları gibi, bunu tamamen görmezden geliyorlar. Yaratılış inancına karşı gerçekleştirdikleri polemiklerde tartışmak için bile bu, evrim teorisi açısından oldukça utanç verici.154
Evrimci biyolog Douglas Futuyma ise bu gerçeği şöyle açıklar:
Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmışlardır ya da kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek meydana gelmişlerdir. Eğer eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde üstün bir Akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir.155
Kambriyen patlaması bize Futuyma'nın ifade ettiği gibi canlıların yeryüzünde "tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde" ortaya çıktıklarını açıkça göstermektedir. New York State Üniversitesi'nden ekoloji ve evrim profesörü Jeffrey S. Levinton da, Scientific American dergisine yazdığı "Hayvan Evriminin Big Bang'i" başlıklı bir makalesinde bu gerçeği kabul etmekte ve "Kambriyen devrinde çok özel ve gizemli bir yaratıcı gücün varlığını görüyoruz" itirafını yapmaktadır.156
Evrimciler için artık evrimi tartışıp, onun lehine deliller sunmaya çalışmanın bir anlamı yoktur. Çünkü Kambriyen canlıları dururken, evrimin nasıl mükemmel mekanizmalara sahip olduğu hikayelerinin anlatılması, sudan-karaya, karadan-havaya hayali geçişin abartılı senaryolarının detaylandırılması, son derecede anlamsızdır. Paleontologların elinde 530 milyon yıl öncesine dair bir delil vardır ve bu hayranlık uyandırıcı olayın bir açıklamasının olması gerekmektedir. Ancak evrimin dahil olduğu hiçbir açıklama, bu mükemmelliğin nasıl meydana geldiği sorusuna bir cevap getirememektedir.
Bunun gösterdiği gerçek şudur: Bundan 530 milyon yıl önce, yeryüzünde – dünyanın ilk oluşumundan itibaren olduğu gibi- bir yaratılış mucizesi sergilenmiştir. Birbirinden farklı 50 filumun içerdiği birbirinden değişik binlerce türün sayısız bireyi, gözleri, sinir sistemleri, solungaçları, avlarına ulaşabilecekleri uzantıları, yürüyecek ayakları, muhteşem kabukları ve bunun gibi yüzlerce özellikleriyle birlikte yoktan var edilmişlerdir. Kambriyen'de ortaya çıkanlar da dahil olmak üzere tüm varlıkları içine alan hayranlık uyandırıcı canlı yaşamı, sonsuz ilme, sonsuz güce ve sonsuz kudrete sahip olan Allah'ın eseridir. Bu gerçek, evrimciler istese de istemese de gözler önündedir ve batıl, bu gerçek karşısında mutlaka yok olucudur.
Biz, bir 'oyun ve oyalanma konusu' olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık. Eğer bir 'oyun ve oyalanma' edinmek isteseydik, bunu, Kendi Katımız'dan edinirdik. Yapacak olsaydık, böyle yapardık.
Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size.
Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur. O'nun yanında olanlar, O'na ibadet etmekte büyüklüğe kapılmazlar ve yorgunluk duymazlar. (Enbiya Suresi, 16-19)

Hox Genleri

Kambriyen patlamasının hayali evrimsel kökenine dair herhangi bir açıklama getiremeyen evrimciler, şu önemli gerçeğin aslında açıkça farkına varmışlardı: Genetik biliminin ortaya koyduğu yenilikler, birbirinden olağanüstü derecede farklılık gösteren çeşit çeşit canlıların, "ortak bir ata"ya sahip olduğu iddiasını tümüyle geçersiz kılıyordu. Bu durum karşısında evrimciler iddialarını, genetik bilimine uydurma ihtiyacı duydular. Hox genleri iddiası, bu çabanın sonunda ortaya atıldı.
Hox (homeobox) genleri, farklı hayvan gruplarında ortak olarak bulunduğu keşfedilen bir grup gendir. Bunları diğer genlerden ayıran özellikleri, canlıların vücutlarının inşasında üstlendikleri merkezi görevdir. Hox genleri, döllenmiş yumurta hücresinden yetişkinliğe kadar tüm canlı gelişimini kontrol eden; belli bir organı inşa edecek genlere, ne zaman ve nerede devreye gireceklerini söyleyen yönetici genlerdir. Hox genleri, embriyo hücrelerinde vücutta hangi yapıların nerede bulunacaklarını ve bu nedenle de neye dönüşeceklerini belirleyen genlerdir. Örneğin omuriliği meydana getirecek olan hücreler, daha ilk embriyonun oluştuğu andan itibaren, omurilik bölgesine yerleşirler. Gözler için belirlenen hücreler de, baş kısmındaki yerlerini alırlar. Bu düzen, Hox genlerinde kodlanmıştır. Hox genlerinin verdiği komutlar, yine Hox genlerinin ürettiği 60 amino asit dizilimli bir başlatıcı proteinle ulaştırılır. Bu protein, ilgili genlere bağlanarak onları harekete geçirir. Öte yandan, herhangi bir organın, örneğin gözün, üretim bilgileri Hox genlerinde bulunmaz. Onlar sadece bu bilgiyi taşıyan genleri aktif veya pasif hale geçirmekle yükümlüdürler. Kısacası Hox genleri, sadece belli bir üretimle ilgili gen grubunu açıp kapatan düğmeler gibidir. Örneğin memelilerdeki vücut planı, mimarisi, görünüşü ve gelişimi yaklaşık 40 kadar Hox geni ile kontrol edilmektedir.145
Hox genlerinin kromozom üzerindeki diziliş sıraları, yine bu genlerin beden üzerindeki dizilimleriyle aynıdır. Drosophilia meyve sineklerinde bu genlerin yerlerinin değiştirilmesi, kafaları karınlarından çıkan garip canlıların ortaya çıkmalarına sebep olmuştur. Dolayısıyla, bu kompleks yapılarda meydana gelen "bilinçli" bir mutasyonun bile, yıkıcı etkileri olduğu açıktır. Bu gerçek, konuyla ilgili tüm Darwinist iddiaları ortadan kaldırmaktadır.
Hox genlerinin önemli bir özellikleri, genlerin kromozom üzerindeki diziliş sıralarının, yine bu genlerin ilgili oldukları bölgelerin beden üzerindeki dizilimleriyle aynı olmasıdır. Örneğin bir sineği başından itibaren inceleyecek olursak, bedeninin çeşitli bölümlerden meydana geldiğini görebiliriz. Baş kısmı, gövde kısmı ve karın kısmı. Sineğin Homeobox genlerinde, önce kafanın üretimini yöneten gen, sonra gövdenin üretimini yöneten gen gelir ve sıra bu şekilde devam eder.
Bilim adamları bu dizilimi keşfettiklerinde Hox genlerinin dizilimleriyle oynamanın canlı üzerinde ne gibi etkiler ortaya çıkaracağını merak etmiş, bunun için bazı mutasyon deneyleri gerçekleştirmişlerdir. Drosophiliameyve sineklerinde bu genlerin yerlerinin değiştirilmesi, kafaları karınlarından, kolları kafalarından çıkan garip varlıkların ortaya çıkmalarına neden olmuştur.146
Bu sonuçlar, canlıların ne denli kompleks olduğunu, bu komplekslik üzerindeki rastlantısal değişimlerin (mutasyonların) organizma üzerinde kaçınılmaz olarak yıkıcı olduğunu açıkça göstermiştir. Böylece, Hox mutasyonlarının canlıları başka canlılara evrimleştirebileceği düşüncesinin bir hayalden ibaret olduğu ortaya çıkmıştır. Güney Carolina Tıp Üniversitesi Biyokimya ve Moleküler Biyoloji bölümünden Dr. Christian Schwabe, bu yöndeki sonuçları şöyle ifade eder: Homeotik genler gibi kontrol genleri, fenotipleri* muhtemelen değiştirebilen mutasyonların hedefleri olabilir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, kompleks bir sistemdeki değişiklikler ne kadar merkezi olursa bunların çevresel etkileri de o kadar yıkıcı olur… Drosophilia [meyve sineği] genlerinde meydana getirilen homeotik değişimler, sadece çirkin ve garip varlıklarla son bulmuştur ve çoğu deneyci, mutasyona uğrattıkları Drosophilialardan bir arı elde etmeyi umut etmemektedirler.147 Görüldüğü gibi bir canlının gelişimi son derece kompleks bir süreçtir. Böylesine kompleks bir süreci yöneten Hox genleri ise, rastlantısal değişim senaryolarını kesin olarak reddetmektedir. Ancak yine de, bazı evrimciler bilimin gösterdiği bu gerçeği görmezden gelerek Hox genleriyle ilgili evrimsel senaryoları savunmayı kendilerince sürdürmektedirler. Berkeley'deki California Üniversitesi'nden James Valentine, Chicago Üniversitesi'nden David Jablonski ve Washington DC'deki Doğal Tarih Müzesi'nden Douglas Erwin, Hox genleriyle Kambriyen canlılarının ani ortaya çıkışını bağdaştırmakta, bu dönemde ortaya çıkan çok sayıda filumun, bu genlerde meydana gelen mutasyonlar sonucunda farklılaştığını öne sürmektedirler. Bu senaryoyu Hox mutasyonlarının bilinen yıkıcı etkisinden korumak içinse "o dönemdeki Hox genleri çok esnekti, kapasite olarak değişime izin veriyorlardı" gibi hiçbir bilimsel gözleme dayanmayan, tamamen yapay bir iddiaya sarılmaktadırlar. Cambridge Üniversitesi'nden Simon Conway Morris, bu varsayılan esnekliğin hiçbir bilimsel dayanağının olmadığını şu şekilde ifade etmiştir:
Valentine'e göre, tıpkı konuşma dilinin tüm insan kültürünü destekleyecek kadar esnek olması gibi, genlerin bu dizilimini ifade eden genetik dil de şaşırtıcı hayvan çeşitliliğinin tamamının sebebi olabilecek kadar temel, güçlü ve uyumlandırabilir nitelikteydi.
Bunları duymak çok güzeldi, fakat cesurca iddialarda bulunmak işin kolay yanıydı. Diğer meslektaşlarını ikna etmek için birtakım delillerin olması gerekiyordu. Valentine'in, Jablonski'nin ve Erwin'in, bu genlerin Kambriyen'de gerçekten mevcut olduklarını göstermeleri gerekiyordu. Bu bir problem oluşturuyordu – genler fosil bırakmıyorlardı. En azından yarım milyar yıl ve daha öncesinden kalanlar.148
Zoolog ve moleküler biyolog Dr. Raymond G. Bohlin ise Kambriyen'deki Hox genlerinin hayali esnekliğiyle ilgili varsayımın bilim dışı yönünü şu şekilde anlatır:
Bazı evrimciler daha da ileri giderek Kambriyen'de işleyen evrim mekanizmasının, o zamandan bu zamana süregelenden tamamen farklı olduğunu iddia ettiler. Bu durum, söz konusu mekanizmaları hiçbir zaman inceleyemeyeceğimiz ihtimalini, çünkü düzgün genetik yapılara sahip bu canlıların şu anda var olmadıklarını ortaya çıkarmaktadır. Elimizde sadece Kambriyen canlıları vardır ve bunların öncüleri bulunmamaktadır. Bu nedenle spekülasyonlar çılgınca ve kontrol edilemez bir hale gelecektir, çünkü bu teorileri test edebilme yolu olmayacaktır. Fosiller genetik organizasyonların izlerini hiçbir zaman bırakmazlar.149
Hox genlerinin fosil kayıtlarında yer almaması, evrimciler açısından bir problemdir. Ancak evrimciler, Kambriyen canlılarının söz konusu genlerini fosillerde bulmuş olsalar da kendileri için sorun çözümlenmiş olmayacaktır. Çünkü Hox genlerinin yapı ve işlevleri, evrim teorisini desteklememektedir. Bu genlerin özelliği, sadece zaten kodlanmış olan yapıları kontrol etmeleridir. Bu genler, yeni bir yapıyı kodlayamaz, olmayan bir özelliği organizmaya ekleyemezler. Yapıların oluşması için yeni genetik bilgiyi sağlamazlar. Onlar sadece düzenleyicidirler. Kendilerine verilmiş bilgileri kullanır ve onları, Allah'ın izni ve dilemesiyle, vücut içinde bir düzen oluşturacak şekilde organize ederler. Dolayısıyla, bir canlıdan, tamamen farklı başka bir canlının oluşması için gereken yeni bilgilerin, yeni yapıların ve yeni organların sebebi olmaları mümkün değildir.
Çin'in Chengjiang faunasındaki Kambriyen fosillerini bulan ve bunlar üzerinde uzun araştırmalar yapan San Francisco Biyoloji Departmanı'nın başında bulunan Dr. Paul Chien, bu konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir.
Başka teoriler de vardır. Berkeley profesörü James Valentine'ınki gibi. (...) Gelişen biyolojide embriyo üzerindeki çalışmalar, Hox geni adı verilen büyük bir keşfi ortaya çıkardı. Bunlar düzenleyici genlerdir ve göz ve diğer yapıların gelişiminin açma kapama düğmeleridir.
Valentine, ilkel organizmaların yeterli miktarda Hox genlerinin bulunduğunu ve bunların aniden farklı yapılar meydana getirdiklerini savunmaktadır. Böylelikle Kambriyen patlamasını bu Hox geni kümeleşmesi ile ilişkilendirmeye çalışır. Ama sanırım pek çok teorik zorluk ile karşı karşıya kalmaktadır.
Jonathan Wells'in ise Hox geninin bunları yapamayacağına dair bir fikri vardır. Hox genlerinin sadece düğmeler olduğunu belirtir. Farklı sistemlerde bu düğmeyi açabilirsiniz ve bu sadece çalışır veya durur. Ama Hox genleri ile yeni bir bilgi ekleyemezsiniz.150
Evrimcilerin açıklayamadıkları bir başka nokta da, ilk Hox geninin nasıl ortaya çıkmış olduğudur. Evrimciler, Hox genlerinin oluşturduğu yığınların Kambriyen çeşitliliğine sebep olduklarını iddia ederler. Ancak son derece kompleks bir yapıya, mükemmel bir dizilim ve işleyişe sahip olan bu düzenleyici genlerin nasıl ortaya çıktıkları konusunda sessizdirler. Farklı özelliklerin düzenlenmesini kontrol eden farklı genlerin, birbirlerinden evrimleştiklerini iddia ederler, ki bu bilimsel olarak imkansızdır. Zaten tüm bunların "atası" olduğunu iddia ettikleri hayali "ilk Hox geninin" tesadüfen nasıl ortaya çıktığı da hala açıklama beklemektedir.
Simon Conway Morris’in Kambriyen canlılarını konu alan kitabı “The Crucible of Creation”.
Kaldı ki Hox genlerinde, Kambriyen patlaması gibi biyolojik bir Big Bang ortaya çıkaracak potansiyel bulunduğunu iddia edenler, bunun neden doğa tarihinin sonraki 540 milyon yıllık bölümünde gerçekleşmediğini de açıklamak zorundadır. Hox genlerinde böyle bir potansiyel varsa, Kambriyen sonrası dönemde yaşamış canlılar neden başka patlamalar meydana getirmemiş, neden bambaşka filumlar ortaya çıkmamıştır? Bu durum günümüz için de geçerlidir. Neden günümüz bilim adamları böyle değişimlere şahit olmamaktadırlar? NatureScience gibi bilim dergilerinde bu gibi gözlemlerin devamlı olarak rapor edilmesi gerekirken, neden yayınlanmış tek bir örnek dahi bulunmamaktadır?
Ayrıca Hox mutasyonlarının -daha önce belirttiğimiz meyve sineklerinde görüldüğü gibi- garip varlıklar meydana getirdiği bir gerçektir. Kambriyen filumlarının daha önce yaşamış tek hücrelilerden evrimleştiği teorisi de, sayısız canlının sakat doğmuş olmasını gerektirir. Dolayısıyla eğer Kambriyen filumları Hox mutasyonlarıyla ortaya çıkmışsa, sayısız garip canlının fosilleri nerededir? Örneğin neden ayakları kafasından çıkmış trilobit fosillerine rastlanmamaktadır? Neden canlılar fosil kayıtlarında daima kusursuzca gelişmiş yapıdadır?
Evrim teorisinin bunlara verebilecek hiçbir cevabı yoktur.
Simon Conway Morris, bu "cevapsızlığı" kitabında şöyle itiraf eder:
Eğer bizler, vücut bölümleri ve kol ve bacaklar gibi özelliklerin oluştuğu bir seri embriyotik aşama yoluyla döllenmiş bir yumurtadan bir hayvanın nasıl geliştiğini açıklayabilirsek, bu durumda bu bilgiyi Kambriyen patlamasına da uygulama gibi olağanüstü bir ihtimal oluşur. Peki farklı canlılar, farklı genetik talimat dizilerine sahip midirler? Eğer öyleyse, bunlar nasıl evrimleşmiş olabilirler ve Kambriyen evrimsel patlamasında bugün var olmayan özel mekanizmalar mı görev almıştır? İstisnai olarak gevşek olan genetik talimat dizilerinin, Kambriyen sularındaki hayvan vücut planlarının görünür bolluğunu açıklamak için nadiren de olsa değişken olduğunu öne sürmek gerekli midir? Hala, kesin cevaplar vermekten çok uzağız, ama şu anda ve her nasılsa sürpriz bir şekilde, bütün bu sorulara verilecek cevap 'Hayır' gibi görünüyor.151
Kuşkusuz hayali bir evrimsel gelişimin Hox genleriyle nasıl sağlanacağına evrimcilerin tam anlamıyla cevapsız kalması, Hox genleriyle ilgili Kambriyen senaryosunun tümüyle tutarsız, körü körüne bir inançtan ibaret olduğunu açıkça göstermektedir. Hox genlerinin Kambriyen canlılarının evrimine ve çeşitliliğine sebep olduğu iddiası, bilimsellikten tamamen uzak ve spekülatiftir. Time dergisindeki "When Life Exploded" (Yaşam Patladığında) başlıklı Kambriyen patlamasını konu alan yazıda, evrimcilerin Hox geni iddiasının hayal ürünü olduğu gerçeği, açıkça ifade edilmiştir:
Elbette, Kambriyen patlamasını neyin mümkün kıldığını anlamak, bunun nasıl bu kadar hızlı gerçekleştiği gibi çok daha büyük bir soruyu yanıtlamamaktadır. Burada bilim adamları nazik bir şekilde ince buz şeklindeki verilerin üzerinden kaymakta, somut delillerden çok sezgilere dayanan senaryolar öne sürmektedirler.152
Kambriyen canlılarının nasıl meydana çıktıkları ile ilgili olarak ortaya atılan her teori, bir zandır, evrimcilerin gerçekleşmiş olmasını çok istedikleri bir hikayedir. Evrimciler, bilimsel olarak gerçekleşme ihtimali olmadığını çok iyi bilmelerine rağmen, iddialarından vazgeçmez, birini savunamaz hale gelince, diğerini üretirler. Bu hayal gücü, evrimciler için sorun değildir. Dünya üzerindeki canlı tarihini zaten tamamen baştan kurgulamışlardır ve bu senaryonun içindeki detaylara da yeni hikayeler uydurmakta sakınca görmezler. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, ortada, kesin olarak açıklayamadıkları Kambriyen canlıları vardır.
Allah ayetinde şu şekilde buyurmaktadır:
Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 54)
İşte inkar edenler, ayette belirtilen bu gerçekten habersizdirler. Allah'ı inkar eden, Allah'a karşı mücadelede kararlı olanların mutlaka Allah'ın düzeni ile karşılaşacaklarını bilmemektedirler. Her şeyi Allah'ın yarattığına inanmayı reddettikleri için, yerde ve gökte olanların tümünün, kendi yapıp ettiklerinin tamamının, Allah'ın kontrolünde olduğunu anlamazlar. Allah'ın kusursuz yaratışını, Kendisi'ne karşı gelenlerin hangi örneklerle ortaya çıkacaklarını bildiğini kavrayamazlar. Allah'a karşı getirilen tüm örneklerin, tüm iddiaların, daha baştan geçersiz olduğunu görüp idrak edemezler. İşte bu nedenle boşa uğraşıp durur, yaratılış gerçeğine karşı sürekli olarak teoriler üretmeye kalkışırlar. Asla sonuç alamayacakları bir yola sapar ve ömürlerini bu uğurda harcar dururlar. Oysa onları da, 530 milyon yıl önce yaşamış olan Kambriyen canlılarını da yaratmış olan Allah'tır ve Allah, onların her yaptığını bilen ve görendir. Her birinin yaptıklarını ahirette mutlaka kendilerine haber verecektir.
Dikkatli olun; göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. O, üzerinde bulunduğunuz şeyi elbette bilir. Ve O'na döndürülecekleri gün, yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah, herşeyi bilendir. (Nur Suresi, 64)


Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)